2 Aralık 2015 Çarşamba

İnsanları Tanıma Tarifi


Baylar ve bayanlar,

Kılıktan kılığa girenlerin, kendini kendi dışında her şeye benzetenlerin, iki yüzlülerin, kendini başrol zannedenlerin tiyatrosuna, hayat tiyatrosuna hoş geldiniz.

İnsanların değişimlerini, aslında bize göstermedikleri yüzlerini görmek isteyenlere duyurulur.


Yapılması Gerekenler:
1. Kendin ol
2. Karşındakine güven
3. Karşındakini kendin gibi gör
4. Kendini karşındakine aç
5. Samimi ol
6. Değer ver


Sonuç:
Yapılması gerekenler hepsi aynı insandan toplanacak şekilde yapılır. Yapılanların yapıldığı insanın kabarması beklenir. Mayası bozuk insan kıvamına gelince hazır olmuş demektir.

Geçmiş olsun...

"Einmal İst Keinmal"

Milan Kundera'nın o olağanüstü eseri "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği"nde şöyle diyordu Thomas: "Einmal ist keinmal" Yani ona göre bir kere tekrarlanan yahut bir kere gerçekleşen bir şey aslında hiç olmamıştır. Peki gerçekten öyle sayabilir miyiz yaptıklarımızı ya da maruz kaldığımız tek seferlik yaşantılarımızı? Bir kez söylenen yalanları, bir kez yapılan hataları, bir kez söylenen doğruları, bir kez yapılan güzellikleri, bir kez söylenen o cânım sözleri hiç olmamış sayabilir miyiz? Bir sefer ya da bin sefer... Olan olmuş, yapılan yapılmış, kelimeler akıl yayından çıkıp dil kirişini aşmıştır. Resme dışarıdan bakarsak eğer Thomas'a göre aslında biz hiç yaşamamışız. Tek seferlik bu yaşamı tekrar yaşayamayacağımıza göre, hayatı 'replay' edasıyla tekrar yaşayamayacağımıza göre Thomas'a göre biz hiç yaşamamışız. "Yaşadım!" diyebilmek için kaç kez yaşamalı? ...

3 Eylül 2015 Perşembe

Cemal Süreya'ya Dair...

Türk şiirinin aykırı abisi, İkinci Yeni şiirinin ele avuca sığmaz şairi Cemal Süreya'ya dair birkaç ilginç bilgi...

1. Gülbeyaz Seber
Şairlik duygusunun en temel aktörü annesi Gülbeyaz Seber olan şair, şiire ilk adım atışını annesinin anlattığı Kerem ile Aslı hikayesine bağlar.

2. Kar tanesi
Gülbeyaz, beyaz tenli kadın, Cemalettin’in “kar tanesi”. Cemalettin henüz çok küçükken kaybeder annesini ve çocuk kalbi artık sessiz kalmıştır: “Küçük kalbimdeki kuş ölmüştü.”

3. Okul dergisi çıkarması
İlkokulda bir dergi çıkarmaya karar verdi. Ancak baskı makinelerinin azlığı, var olanların kalitesizliği buna mani oluyordu. Ama yine de yılmadı Cemalettin, sıkı dostu Altan Günalp ile birlikte elle yazılarını yazdığı, resimlerini çizdiği okul dergisini çıkardı. Derginin en sıkı takipçileri ona hayran olan okuldaki kız arkadaşlarıydı.

4. Sayılarla sorununun olması
Çok iyi şairdi, kompozisyonu bundan aşağı kalır değildi ama yine de sayılarla sorunları oldu. Saatin kaç olduğunu anlamayı 5. Sınıfta öğrendi. Sonrasında eşi ona sigorta tamir etmeyi de öğretti. En kötü dersi resim olan Cemalettin, birkaç kişi hariç tüm sınıfın kompozisyon ödevini yapardı.

5. Fenerbahçeli olması
Edebi kişiliğinin yanında bir de sporcu yanı vardı Cemalettin’in. Futbola bayılırdı. En sevdiği futbolcu Lefter’di. Fenerbahçe taraftarı olan Cemalettin, Metin Oktay’a da büyük saygı duyardı.

6. 100 metre koşusunu kazanması
Ortaokulda 100 metre koşusuna katıldı. Yarışmada birinci gelen Cemalettin’e kalem hediye edildi. Böylelikle ilk dolma kalemine sahip olmuştu.

7. Üvey annesi tarafından zehirlenmeye çalışılması
Küçük kalbimdeki kuş ölen Cemalettin, Esma adlı bir üvey anneye mahkûm olmuştu. Kız kardeşlerine ve ona sürekli dayak atan Esma bir keresinde onu zehirlemeye kalkıştı. Yemeğine cam kırıkları karıştırdığı da bir çok kişi tarafından biliniyordu.

8. Tarifsiz bir okur olması
Tarifsiz bir okurdu, ilkokul 3’te Suç ve Ceza’yı defalarca okudu. Karamazov Kardeşler’i ise tam 5 kez okumuştu.

9. Cemal Süreya Seber
Şair henüz çocukken bir şey keşfetmişti, tüm büyük yazarlar üç ada sahipti. O da karar verdi ve ilk adını Cemal olarak kısaltacak, yanına da Süreyya’yı ekleyecekti. Daha sonra “y”lerden biri bir iddia sonucu kaybedilse de o Cemal Süreya Seber olacaktı.

10. Yazı yazarken gürültü araması
Mülkiye kantininde yazmaya başladığı eserleri onda ilginç bir alışkanlık doğuracaktı. Artık yazı yazarken hep gürültü arayacaktı. Sırf bu yüzden evde yazı yazarken televizyon ve radyonun sesini açmaya başladı.

11. Dersim olaylarına çocukken şahit olması
Kürt’tü, Dersim olayları sırasında ufacık bir çocuktu. Orada tarifsiz acılara şahit oldu.

12. Mektup yazmayı çok sevmesi
Mektup yazmaya bayılırdı, hatta o kadar ki kadınların ağzından kendi kendine mektup yazar ve postalardı.

13. Sevdiği kadınları beğenmeyen arkadaşlarına küsmesi
Çok kadın sevdi, bu kadınları da herkesin sevmesini isterdi. Dostları sevdiği kadını beğenmeliydi. Bu yüzden sevdiği kadını beğenmeyen arkadaşlarına küserdi.

14. Kızının nikâhına katılamaması
Kızı Ayçe ile sağlıklı bir ilişkisi yoktu. O kadar ki kızının nikâhına katılamadı, çünkü ona haber verilmemişti.

15. Kars şiiri
Paris’teyken hiç görmediği Kars hakkında “Kars” adlı şiirini yazdı ve Kars’ı anlattı. Paris’te büyük bir evhama kapılmıştır. Turgut Uyar ve Edip Cansever’in onu Türkiye’de unutturmaya çalıştığı düşünmektedir.

16. Tomris ile gittiği hiçbir mekâna bir daha gitmemesi
Tomris büyük bir aşktı onun için. Bu aşkın öfkesi de büyüktü, bir tartışma sonrası çok sinirlendi ve birbirlerine yolladıkları tüm mektupları yırttı. Ve bu mektuplardaki aşkgünümüze ulaşamadı. Tomris’le ilişkisini bitirdikten sonra onunla gittiği hiçbir mekâna adımını atmadı.

17. Antika olmayan halıyı antikaymışcasına satması
Papirüs dergisini çıkarmaya karar verdi, paraya sıkışmıştı. Bir gün yazıhanesine gelen Edip Cansever Tomris’in getirdiği bir halıyı gördü. Antikacılıkla uğraşan Edip aslında bir değeri olmayan o halıyı antikaymışçasına satın aldı. Böylelikle Papirüs’e en zarif şekilde katkı sağlıyordu.

18. Süreyya Kapınak'ın soyadının değişmesi
Süreyya Kapınak soyadını değiştirmeye karar vermişti, yemekli bir mecliste bu fikrini yazar ve şair arkadaşlarına açtı. Ancak çeşitli önerilerde bulunan arkadaşlarının önerilerini beğenmemişti. Aynı mecliste bulunan Cemal Süreya öne çıktı ve soyadını “Berfe” yapmasını söyledi. Bu kelimenin anlamına soran Süreyya, Cemal’den kelimenin Kürtçede “kar” anlamına geldiğini öğrendi. Cemal bu kelimeyi Ahmed Arif’ten duymuştu. Bir konuşmaları sırasında Ahmed Arif’e “Bir kızın olursa adını ne koyardın?” sorusunu sormuş ve “Berfe” karşılığını almıştı. Bu kelimeyi ve anlamını çok beğenen Süreyya Kapınak, soyadını değiştirdi. O artık Süreyya Berfe’ydi.

19. Futbol tutkunu olması
Büyük bir futbol tutkunu olan Cemal sanatçı dostlarıyla sık sık futbol oynardı. Takımlar belliydi “Edebiyatçılar Takımı” ve “Tiyatrocular Takımı”. Bu maçların gol kralı da hiç değişmezdi. Orhan Kemal neredeyse her maç en fazla golü atan kişi olurdu.

20. Kız çocuğu hayranı olması
Kız çocuklarına hayran olan Cemal Süreya iki kız çocuğunun olmasını isterdi. Birine “Kelime” ötekine “Elif” adını verecekti. Olmadı…

21. Kendine farklı doğum günleri belirlemesi
Cemal Süreya’nın mutlak doğum tarihi belirsizdi. Bu yüzden kendine her seferinde farklı bir doğum günü belirlerdi. Bu doğum günlerinden biri de 10 Ağustos’tu, yani sonradan eşi olacak Güngör Demiray’la tanıştıkları tarih.

22. Berbere hiç gitmemesi
Cemal Süreya çok yoğun çalıştığı, sık sık teftiş yaptığı bir dönemde hiç berbere gidememiş ve saçı-sakalı çok fazla uzamıştır. İş yoğunluğu azalıp berbere giden Cemal Süreya’ya berberi “Abi seferden mi geliyorsun?” der. Bu sözlere çok sinirlenen Cemal Süreya, hışımla berber koltuğundan kalkar ve bir daha hiç berbere gitmez. Saçlarını bundan sonra sadece evlendiği kadınlar kesecektir.

23. 29 farklı evde oturması
Hayatının ilk yılları sürgünün acılarıyla geçen Cemal Süreya sonraki hayatında da sürgün gibidir. Sürekli ev değiştirmek zorunda kalan Cemal, tam 29 farklı eve taşınmıştır. Bu evlerin sonuncusu Kadıköy’de “Cemal Süreya Sokağı”nda bulunmaktadır.

24. Kahvehane oyunlarına uzak olması
Şiirde pek mahir olan Cemal kahvehane oyunlarına aynı derecede uzaktır. Şair arkadaşları onunla hiç poker oynayamamıştır.

25. Sigara tutkunu olması
Şair içkiden ziyade tam bir sigara tutkunudur. Bir gün onu çorba içerken görenler büyük bir şaşkınlık yaşar. Çünkü Cemal bir kaşık çorba içtikten sonra sigarasından bir nefes çeker. Bir kaşık çorba bir nefes sigara, bir kaşık çorba bir nefes sigara…

26. Oğluna amcasının adını vermesi
Cemalettin en çok amcasını severdi, babasından bile çok. Amcası öldüğünde cüzdanından iki kişinin fotoğrafı çıkmıştı, biri Cemalettin’e aitti. Cemalettin bu sevgiyi karşılıksız bırakmadı  ve oğluna amcasının adı olan “Memo” ismini verdi.

27. Özgüvensiz alışveriş
Kadınlara çekinmeden evlenme teklif edebilecek kadar özgüven sahibi olan Cemal’in, alışveriş sırasında bu özgüveni kaybolmaktadır. Beğendiği bir şeyin fiyatını sormaktan çekinir, çünkü fiyatını sorduğu andan itibaren o şeyi alma mecburiyeti hisseder. Bir diğer ilginç özelliği ise bir meyveyi veya sebzeyi yarım kilo alamamasıdır, çünkü bir şeyden yarım kilo alırsa satıcının kızacağını düşünür.

28. İlk eşinin kitaplarını yırtması
İlk eşi Seniha ile sık sık kavga ederlerdi, bu kavgaların birinde çok fazla sinirlenen Seniha Cemal Süreya’nın bir çoğu yazar arkadaşları tarafından hediye edilen imzalı kitapların çoğunu yırttı.

29. Eski eşinin nikâh şahitliği
Zuhal’le ayrılmışlardır, Cemal başka evlilikler-aşklar yaşamıştır. Bir gün Zuhal’le görüşen Cemal, Zuhal’in biriyle evlenmek istediğini öğrenir. Zuhal kızıp kızmadığını sorar, ama alacağı yanıt bambaşkadır. Çünkü Cemal, Zuhal’in nikâh şahidi olmayı istemektedir. Zuhal şaşkınlıkla bu teklifi kabul eder, ancak bu asla gerçekleşemeyecektir. Çünkü Zuhal’in evlenmek istediği kişi kısa süre sonra hayatını kaybeder.

30. Fütursuz evlat Memo
Oğlu Memo çok fütursuzdu, babasıyla sürekli kavga eden Memo babasının en değerli kitaplarını çalıp sahaflara satardı. Cemal Süreya’nın son yıllarını çekilmez hale getiren Memo bir tartışmaları sırasında babasını ağır şekilde darp etti. Hastaneye kaldırılan Cemal Süreya hastalık ve üzüntü sonucu birkaç gün sonra hayata veda etti.

31. Sürreallik
Türk şiirine damgasını vuran şairin hayatı da şiiri gibi “sürreal”di. Sevdi, aşık oldu, hasret çekti, acılara katlanmaya çalıştı, çoğu kez ağladı, kıskandı ve eşsiz şiiri bunlarla doğdu. Hepsi ama hepsi bambaşkaydı.

27 Ağustos 2015 Perşembe

Bana Yaşamasını Öğretmediler Hakim Bey!

"Beni kötü yetiştirdiler. Annem de, babam da bana gerekli eğitimi vermediler. Yaşamak için demek istiyorum. Bana yaşamasını öğretmediler. Daha doğrusu bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. Yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler. Bende kolayca razı oldum bana öğretilen bu yanlışlara. İnsan, kendi bulurmuş doğru yolu. Ben bulamazdım. Bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları öğrettiler. Başka türlü bir itinayla tutmalıydılar beni. Daha fazla değil, farklı. Normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. Olmayınca da anormal dediler. Bende kendimi anlamadım: bütün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım. Arkadaşlarla geneleve gittim, müstehcen romanlar okudum ve sokakta genç kızların peşinden gittim. Hiçbirinde tutarlılık göstermedim. Bunun üzerine anormal olduğuma karar verdiler. Onlara biraz olsun benzeyebildiğim ölçüde kendimi mutlu sayıyordum. Kendimi onlardan ayırmasını beceremedim. Hitler, genel yatakhanelerde işçilerle kalırken bile onlardan ayrı olduğunu hisseder, onlara yaklaşmazmış. Bende böyle bir içgüdü yoktu. Sınıfta toplanıp müstehcen resimleri seyrettikleri zaman, onlardan uzaklaşmak gerektiğini bilemedim. Oysa, onlar gibi hissetmiyordum. Duyduğum bu yabancılığı, onlardan geri kalmak diye nitelendirdim ve nefes nefes onlara yetişmeye çalıştım. Bu bakımdan yakınmaya hakkım yok. Onlar gibiydim."
Oğuz Atay - Tutunamayanlar.

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Başlıkları Sevmem Albayım

"Ben vedaları sevmem albayım. Hiç gitmesin insanlar. Hele gelmemek üzere giderlerse, çok üzülürüm albayım, dayanamam. Gelmemek üzere gidenler çok sevdiklerim olur genelde. Bir de bir hikâye bırakır ki geride, noksanlığın daniskası içinde. Ölse, öldü dersin, ama ölmez onlar. Ölmesinler de. Ölürlerse bir kere daha üzülürüm. Çünkü koklayamazlar bir daha çiçek. Yazık olur.

Gönlüm geniş ama odalara yerleşecek insanlar yok ki albayım. Ben, bir şey yapmadım. Şimdi diyeceksin, yapmadın tabi ulan gül cemaline mi gelsinler, sanki cemalim çok gül de. Ne yapmalıydım albayım. Sevgi, yetmiyormuş her şeye. Hikmet'le çok konuştuk. Bilge'ydi, Sevgi'ydi çok anlattı bana da, tek sen misin sanki albayım iki kelam edilecek. Çok ileri gittim albayım, affet beni. Hikmet'e benziyorum gittikçe, ruhu şad olsun. Sevgi’yi her anlatışında Hikmet, sevgilerimi düşündüm albayım. -Düşün düşün bir bok olduğu yok bırak gitsin. Sağ ol, teşekkürler.- Sevgiler, peyda olacak enkazlardan kurtulmak için mi var, yoksa enkazın müsebbibi mi onlar, tavuk mu yumurtadan çıktı yumurta mı tavuktan albayım.

Konumuza dönecek olursak albayım, konunun ne kadar sıradan olduğunu görürüz. Bir Umut Sarıkaya var albayım, hepimiz aynı insanız ve o kadar çoğuz ki diyor. Konu sıradan olduğu için bu kadar konuşuyoruz. Hepimiz aynı insanız ve aynı şeyi yaşıyoruz. Belki de sıradan olmasına rağmen bu kadar acıtmasına içerliyoruz, bir de olağanüstü bir olay olsa, sıçtın diyor beynimiz. Beynimizin işi gücü yok bize laf yetiştiriyor albayım. Hayallerden uyandırıyor. Gerçekler var! Başkalarının uygulamaya çalıştığı tatsız ölçütler, gerçekler... Gerçekle her karşı karşıya gelişimde, onu ilk defa görmüş gibi yapıyorum albayım, tanımazlıktan geliyorum. Tanımamazlıktan gelirsem tanırım çünkü. Bugün yakama yapıştı, gerizekalı dedi, anla artık. Bir gün bulutlara sen de bakmaz olacaksın, umurunda olmayacak hiçbir renk. Yürü git pis mahlûk dedim- aslında daha fazlasını da söyledim albayım, şimdi dilim varmıyor-bulutlara hep bakacağım ben, E. Serbes küser yoksa. Renklerden de renk beğeneceğim her gün. Yutmak istiyorsun ama lokman olmayacağım. Ağlarım zırlarım yeri gelirse, ama ben Hikmet değilim, Gökçeyim ben. Kazanmak da var, kaybetmek de… Olsun;

Âvâzeyi bu âleme dâvûd gibi sal Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.

Bâki kalan… Kaybetmedik bir şeyi albayım. Kazanmadık da. Hayatımdan süresiz izin isteyen çok sevgili arkadaşıma, yaşanamayacak olanların, yaşananlardan hep daha fazla olacak olmasının ağırlığıyla… Belki bir gün adliyede karşılaşırız. Belki de bir parkta, çocuk severken. Başkalarının çocukları, ya da kendi çocuklarımız olabilir. Çocuk demişken, evlendiğimi görmeyeceksin kötü oldu bak, çok eğlenecektim o gün, görmeliydin. Kesin kızardın yine hukukçuya bak hey Allah'ım diye. Öyle çıkmışım oğlum annemden. Seni bilmiyoruz sanki güldürme şimdi. Ha unutmadan, saçı sakalı uzatma sakın, olmuyor öyle. Velhasıl … Ne yapalım...Kimliklerimizden sıyrılıp, arkadaş kalamadık biz. İnsan çok aciz, miş ya hani. Yeterince isteseydik, kendi devrimimizi yapamaz mıydık sanki. Sevmiyorum gerçeği. Küçük hanım yine hayaller peşinde.. Küçük bir hanım olamayan küçük hanım. -Hoşça kalın albayım. Sakızım düştü, onu alayım."

(Oğuz ATAY, Tehlikeli Oyunlar)


Kelimeler Albayım...

"Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım?
-Yok.
Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? sorarım size: "Nasıl?" kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan, bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.

Kelimeler... Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor."


18 Mart 2015 Çarşamba

Yollardan Manzaralar...

Birbirine yapışık uzayıp giden vagonlar… Bir tırtıl edası ile yol alıyordu tren, bir sağa kıvrılıyorduk bir sola. Rayların canına okuyarak onları her defasına kazıyıp giden, onları toz toz eriten ama onlarsız da bir adım bile öteye gidemeyen bir trende yine yol alıyordum. Nereye gittiği çok da önemli değildi çoğu zaman benim için. “Gitmek” aslında tüm dünyaya karşı bir devrim göstergesiydi bence. Gitmek, gidebilmek, mesafeler geçip sürekli yaşadığın yerlerden uzaklara doğru yolculuk etmek ne kadar da güzeldi.  Trene her bindiğimde kendimi “Laleli’den dünyaya açılan bir tramvayda(yız)” hayal ederdim.

Yine bir gün tüm sıkıntılarımı, dertlerimi, kederlerimi yaşadığım yerde bırakıp yollara düşmüştüm. Tırtıl edası ile gidiyordum yine. Bir şeyler içmek, bilgisayarımda bir iki düzenleme yapmak için lokanta vagonuna geçtim. Kapıdan girer girmez sol tarafta bir hayli efkârlı bir ağabey gördüm. Sağ tarafındaki masaya geçtim. Bir şeylerle meşgul olurken bir yandan da onu izliyordum. Çok dertli gibiydi ağabey ve çok düşünceli. Önünde büyük bir bardak bira, elinde güzel bir çakmak, önünde “mimoza çiçeği                “ çalan bir telefon… Volkan ağabey “Mimoza Çiçeğimsin” dedikçe ağabey derin iç çekiyor sonra “ahh” diyordu. Belli ki derdi gönlünde, aklı sevdiğinde, kendisi o masada idi. Şarkılar değişiyor lakin tema hiç değişmiyordu; “Ayrılık…” Bir an ben de şarkılardan etkilendiğimi fark ettim. İçimi tarifsiz bir acı sardı. Yüreğim sanki daha önceleri kaybettiği birinin yasını tutar gibi sızlıyordu. Kendi kendime bir muhakeme yaptım içimde. Ağabeyi takibe devam… Arada çakmağı ile şarkılara ritim tutuyordu. Ritim kulağının pekiyi olduğu söylenemez. Derken kendi muhakememi tamamladım. O anki sızının içimden uğurladıklarım için olduğu anladım. Bir gemi gibi gelip gönlüme demirleyen, demirle birlikte çekip gitmek isteyen, rıhtımımdan parçaları da beraberinde götürenlere idi o iç sızısı. İnsan ne yapsa da, ne etse de, nereye gitse de kalbi onunla olduğu sürece iç sızıları ve kalp ağrıları onu bırakmıyor. Bu arada ağabey ritim işini biraz abarttı. Çakmağı bir kenara koyup parmaklarını masaya vurarak ritim tutmaya başladı şarkılara. Parmaklar devreye girince çakmak faciasını unutmaya başladım diyebilirim. Dakikalar ilerledikçe arada şarkıları mırıldanmaya da başladı ve her şarkıdan sonra birasından bir yudum aldı. Telefonu çaldı bir ara, “dayı” diye hitap ettiği birine receptiona’a üç bira bırakmasını söyledi. Demek ki mevzu daha da derindi. İçimden derdi için derman diledim Yaradan’dan. Tren varacağım yere yaklaşınca hazırlandım ben, baktım ağabey hala masada ve Volkan ağabeyi dinleyip bira içmeye devam ediyor. Parmakları masada ritim tutmaya devam ederken ben yanından geçip trenden indim. Son kez arkama baktığımda bana eliyle selam verdi, tren hareket etti. Sanki onun hakkında bir şeyler düşündüğümü ya da bir şeyler yazdığımı hissetmişçesine bana selam verdi eliyle. Eli hala masada, gözü camda, kendisi vagonda, aklı kim bilir nerelerdeydi? ...