29 Haziran 2014 Pazar

Bu da geçer yâ Hû!

Bir yığın misketim vardı, bir yığın tasom, sporcu kağıtlarım… Her alındığında en fazla 3-5 gün oynayabildiğim futbol toplarım, solak olduğum halde sağı patlayan spor ayakkabılarım ve hepsinden çok çok çok fazla bir hayal dünyam vardı. Gökyüzünde özgürce uçurduğum ve her biri benim bir hayalimi simgeleyen balonlarım vardı. Ben büyüdüm onlar ufaldı, ben onlara yaklaştım onlar uzaklaştı, ben tutmaya kalktım onlar birer birer kayıp gitti ellerimden. Avucumda kırgın aksim, başımda eski alemlerden sarhoş bir rüzgar, kalbimde mazinin onulmaz izleri ve zihnimin vebası hayal kırıklıkları…

Her şey güzel olacak diye umut ederek tüketiyoruz nakd-i ömrü. Güzel yarınların var olduğunu inanıyor ve her sükut-u hayalden sonra “Hayırlısı buymuş.” deyip düştüğümüz yerden kalkıyoruz. Buna hayret etmemek elde değil gerçekten. Koşulsuz teslimiyet bu olsa gerek. Yazgıyı yazana inancımız öyle bir raddeye gelmiş ki alın yazısının mürekkeple yazılmadığını öğrenmişiz. Her olumsuzluğu, düş kırıklığına, musibete rağmen buna da şükür diyebilmek asıl marifet. Eskilerin dediği gibi “Bu da geçer yâ Hû, bu da geçer elbet.”

Yaşamak güzel şey vesselam. Nefes almak, yaşamdan tat almak, güzel vakit geçirmek, dost edinmek, sevmek, sevilmek… Yaşamın her anında ondan zevk alacak anlar var elbet. Lakin insanı üzen, düşündüren, hüzne sevk eden olayların sayısı az da değil. Hatta çoğu insan için acı mutluluktan daha baskın ve bakidir. Olmasını istediğimiz, arzu ettiğimiz çoğu şeye sahip olamayız maalesef ve her düş kırıklığının ardından hüzne kapılır, hayatı sorgularız. Sonra güneş doğunca kapkara bulutların ardından ve onun gülümsemesini görünce tatlı bir tebessümle kadere selam dururuz. Hani derler ya gecenin en karanlık anı güneşin doğumuna en yakın anıdır diye işte onun misali kaderimizin en karanlık anı, en sıkıntılı anı, en acı anı belki de huzur kapısının, mutluluk kapısının, nasip kapısının açılmasından hemen önceki andır.

Birer yorgun savaşçı olabiliriz, her kavgamızdan mağlup çıkmış olabiliriz, her mücadelemizde yerle yeksan olmuş olabiliriz, feleğin sillesini yemiş olabiliriz lakin pes edemeyiz. Bize verilen süre dolmadan yaşamın kapısından çıkıp gidemeyiz. Bin kere düşsek de bin birinci için kendimizde savaşacak, kavga edecek, mücadele edecek dirayeti bulmalıyız. Almaya başladığımız ilk nefesten vereceğimiz son nefese kadar bu dünyadayız ve kader çizgimizde, kendi kulvarımızda koşup duracağız. Bize yakışan mutluluğu aramaktır, mutlu olmayı aramaktır, sevmeyi sevmektir, insan olup insan gibi dik durmaktır ve kaderimize gülümsemektir.