Birbirine
yapışık uzayıp giden vagonlar… Bir tırtıl edası ile yol alıyordu tren, bir sağa
kıvrılıyorduk bir sola. Rayların canına okuyarak onları her defasına kazıyıp
giden, onları toz toz eriten ama onlarsız da bir adım bile öteye gidemeyen bir
trende yine yol alıyordum. Nereye gittiği çok da önemli değildi çoğu zaman
benim için. “Gitmek” aslında tüm dünyaya karşı bir devrim göstergesiydi bence. Gitmek,
gidebilmek, mesafeler geçip sürekli yaşadığın yerlerden uzaklara doğru yolculuk
etmek ne kadar da güzeldi. Trene her
bindiğimde kendimi “Laleli’den dünyaya açılan bir tramvayda(yız)” hayal
ederdim.
Yine bir gün
tüm sıkıntılarımı, dertlerimi, kederlerimi yaşadığım yerde bırakıp yollara
düşmüştüm. Tırtıl edası ile gidiyordum yine. Bir şeyler içmek, bilgisayarımda
bir iki düzenleme yapmak için lokanta vagonuna geçtim. Kapıdan girer girmez sol
tarafta bir hayli efkârlı bir ağabey gördüm. Sağ tarafındaki masaya geçtim. Bir
şeylerle meşgul olurken bir yandan da onu izliyordum. Çok dertli gibiydi ağabey
ve çok düşünceli. Önünde büyük bir bardak bira, elinde güzel bir çakmak, önünde
“mimoza çiçeği “ çalan bir
telefon… Volkan ağabey “Mimoza Çiçeğimsin” dedikçe ağabey derin iç çekiyor
sonra “ahh” diyordu. Belli ki derdi gönlünde, aklı sevdiğinde, kendisi o masada
idi. Şarkılar değişiyor lakin tema hiç değişmiyordu; “Ayrılık…” Bir an ben de
şarkılardan etkilendiğimi fark ettim. İçimi tarifsiz bir acı sardı. Yüreğim
sanki daha önceleri kaybettiği birinin yasını tutar gibi sızlıyordu. Kendi
kendime bir muhakeme yaptım içimde. Ağabeyi takibe devam… Arada çakmağı ile
şarkılara ritim tutuyordu. Ritim kulağının pekiyi olduğu söylenemez. Derken
kendi muhakememi tamamladım. O anki sızının içimden uğurladıklarım için olduğu
anladım. Bir gemi gibi gelip gönlüme demirleyen, demirle birlikte çekip gitmek
isteyen, rıhtımımdan parçaları da beraberinde götürenlere idi o iç sızısı.
İnsan ne yapsa da, ne etse de, nereye gitse de kalbi onunla olduğu sürece iç
sızıları ve kalp ağrıları onu bırakmıyor. Bu arada ağabey ritim işini biraz
abarttı. Çakmağı bir kenara koyup parmaklarını masaya vurarak ritim tutmaya
başladı şarkılara. Parmaklar devreye girince çakmak faciasını unutmaya başladım
diyebilirim. Dakikalar ilerledikçe arada şarkıları mırıldanmaya da başladı ve her
şarkıdan sonra birasından bir yudum aldı. Telefonu çaldı bir ara, “dayı” diye
hitap ettiği birine receptiona’a üç bira bırakmasını söyledi. Demek ki mevzu
daha da derindi. İçimden derdi için derman diledim Yaradan’dan. Tren varacağım
yere yaklaşınca hazırlandım ben, baktım ağabey hala masada ve Volkan ağabeyi
dinleyip bira içmeye devam ediyor. Parmakları masada ritim tutmaya devam
ederken ben yanından geçip trenden indim. Son kez arkama baktığımda bana eliyle
selam verdi, tren hareket etti. Sanki onun hakkında bir şeyler düşündüğümü ya
da bir şeyler yazdığımı hissetmişçesine bana selam verdi eliyle. Eli hala masada,
gözü camda, kendisi vagonda, aklı kim bilir nerelerdeydi? ...