18 Mart 2015 Çarşamba

Yollardan Manzaralar...

Birbirine yapışık uzayıp giden vagonlar… Bir tırtıl edası ile yol alıyordu tren, bir sağa kıvrılıyorduk bir sola. Rayların canına okuyarak onları her defasına kazıyıp giden, onları toz toz eriten ama onlarsız da bir adım bile öteye gidemeyen bir trende yine yol alıyordum. Nereye gittiği çok da önemli değildi çoğu zaman benim için. “Gitmek” aslında tüm dünyaya karşı bir devrim göstergesiydi bence. Gitmek, gidebilmek, mesafeler geçip sürekli yaşadığın yerlerden uzaklara doğru yolculuk etmek ne kadar da güzeldi.  Trene her bindiğimde kendimi “Laleli’den dünyaya açılan bir tramvayda(yız)” hayal ederdim.

Yine bir gün tüm sıkıntılarımı, dertlerimi, kederlerimi yaşadığım yerde bırakıp yollara düşmüştüm. Tırtıl edası ile gidiyordum yine. Bir şeyler içmek, bilgisayarımda bir iki düzenleme yapmak için lokanta vagonuna geçtim. Kapıdan girer girmez sol tarafta bir hayli efkârlı bir ağabey gördüm. Sağ tarafındaki masaya geçtim. Bir şeylerle meşgul olurken bir yandan da onu izliyordum. Çok dertli gibiydi ağabey ve çok düşünceli. Önünde büyük bir bardak bira, elinde güzel bir çakmak, önünde “mimoza çiçeği                “ çalan bir telefon… Volkan ağabey “Mimoza Çiçeğimsin” dedikçe ağabey derin iç çekiyor sonra “ahh” diyordu. Belli ki derdi gönlünde, aklı sevdiğinde, kendisi o masada idi. Şarkılar değişiyor lakin tema hiç değişmiyordu; “Ayrılık…” Bir an ben de şarkılardan etkilendiğimi fark ettim. İçimi tarifsiz bir acı sardı. Yüreğim sanki daha önceleri kaybettiği birinin yasını tutar gibi sızlıyordu. Kendi kendime bir muhakeme yaptım içimde. Ağabeyi takibe devam… Arada çakmağı ile şarkılara ritim tutuyordu. Ritim kulağının pekiyi olduğu söylenemez. Derken kendi muhakememi tamamladım. O anki sızının içimden uğurladıklarım için olduğu anladım. Bir gemi gibi gelip gönlüme demirleyen, demirle birlikte çekip gitmek isteyen, rıhtımımdan parçaları da beraberinde götürenlere idi o iç sızısı. İnsan ne yapsa da, ne etse de, nereye gitse de kalbi onunla olduğu sürece iç sızıları ve kalp ağrıları onu bırakmıyor. Bu arada ağabey ritim işini biraz abarttı. Çakmağı bir kenara koyup parmaklarını masaya vurarak ritim tutmaya başladı şarkılara. Parmaklar devreye girince çakmak faciasını unutmaya başladım diyebilirim. Dakikalar ilerledikçe arada şarkıları mırıldanmaya da başladı ve her şarkıdan sonra birasından bir yudum aldı. Telefonu çaldı bir ara, “dayı” diye hitap ettiği birine receptiona’a üç bira bırakmasını söyledi. Demek ki mevzu daha da derindi. İçimden derdi için derman diledim Yaradan’dan. Tren varacağım yere yaklaşınca hazırlandım ben, baktım ağabey hala masada ve Volkan ağabeyi dinleyip bira içmeye devam ediyor. Parmakları masada ritim tutmaya devam ederken ben yanından geçip trenden indim. Son kez arkama baktığımda bana eliyle selam verdi, tren hareket etti. Sanki onun hakkında bir şeyler düşündüğümü ya da bir şeyler yazdığımı hissetmişçesine bana selam verdi eliyle. Eli hala masada, gözü camda, kendisi vagonda, aklı kim bilir nerelerdeydi? ...