"Beni kötü yetiştirdiler. Annem de, babam da bana gerekli eğitimi vermediler. Yaşamak için demek istiyorum. Bana yaşamasını öğretmediler. Daha doğrusu bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. Yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler. Bende kolayca razı oldum bana öğretilen bu yanlışlara. İnsan, kendi bulurmuş doğru yolu. Ben bulamazdım. Bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları öğrettiler. Başka türlü bir itinayla tutmalıydılar beni. Daha fazla değil, farklı. Normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. Olmayınca da anormal dediler. Bende kendimi anlamadım: bütün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım. Arkadaşlarla geneleve gittim, müstehcen romanlar okudum ve sokakta genç kızların peşinden gittim. Hiçbirinde tutarlılık göstermedim. Bunun üzerine anormal olduğuma karar verdiler. Onlara biraz olsun benzeyebildiğim ölçüde kendimi mutlu sayıyordum. Kendimi onlardan ayırmasını beceremedim. Hitler, genel yatakhanelerde işçilerle kalırken bile onlardan ayrı olduğunu hisseder, onlara yaklaşmazmış. Bende böyle bir içgüdü yoktu. Sınıfta toplanıp müstehcen resimleri seyrettikleri zaman, onlardan uzaklaşmak gerektiğini bilemedim. Oysa, onlar gibi hissetmiyordum. Duyduğum bu yabancılığı, onlardan geri kalmak diye nitelendirdim ve nefes nefes onlara yetişmeye çalıştım. Bu bakımdan yakınmaya hakkım yok. Onlar gibiydim."
"Ben vedaları sevmem albayım. Hiç
gitmesin insanlar. Hele gelmemek üzere giderlerse, çok üzülürüm albayım,
dayanamam. Gelmemek üzere gidenler çok sevdiklerim olur genelde. Bir de bir hikâye
bırakır ki geride, noksanlığın daniskası içinde. Ölse, öldü dersin, ama ölmez
onlar. Ölmesinler de. Ölürlerse bir kere daha üzülürüm. Çünkü koklayamazlar bir
daha çiçek. Yazık olur.
Gönlüm geniş ama odalara
yerleşecek insanlar yok ki albayım. Ben, bir şey yapmadım. Şimdi diyeceksin, yapmadın
tabi ulan gül cemaline mi gelsinler, sanki cemalim çok gül de. Ne yapmalıydım
albayım. Sevgi, yetmiyormuş her şeye. Hikmet'le çok konuştuk. Bilge'ydi,
Sevgi'ydi çok anlattı bana da, tek sen misin sanki albayım iki kelam edilecek.
Çok ileri gittim albayım, affet beni. Hikmet'e benziyorum gittikçe, ruhu şad
olsun. Sevgi’yi her anlatışında Hikmet, sevgilerimi düşündüm albayım. -Düşün
düşün bir bok olduğu yok bırak gitsin. Sağ ol, teşekkürler.- Sevgiler, peyda
olacak enkazlardan kurtulmak için mi var, yoksa enkazın müsebbibi mi onlar,
tavuk mu yumurtadan çıktı yumurta mı tavuktan albayım.
Konumuza dönecek olursak albayım,
konunun ne kadar sıradan olduğunu görürüz. Bir Umut Sarıkaya var albayım,
hepimiz aynı insanız ve o kadar çoğuz ki diyor. Konu sıradan olduğu için bu
kadar konuşuyoruz. Hepimiz aynı insanız ve aynı şeyi yaşıyoruz. Belki de
sıradan olmasına rağmen bu kadar acıtmasına içerliyoruz, bir de olağanüstü bir
olay olsa, sıçtın diyor beynimiz. Beynimizin işi gücü yok bize laf yetiştiriyor
albayım. Hayallerden uyandırıyor. Gerçekler var! Başkalarının uygulamaya
çalıştığı tatsız ölçütler, gerçekler... Gerçekle her karşı karşıya gelişimde,
onu ilk defa görmüş gibi yapıyorum albayım, tanımazlıktan geliyorum.
Tanımamazlıktan gelirsem tanırım çünkü. Bugün yakama yapıştı, gerizekalı dedi,
anla artık. Bir gün bulutlara sen de bakmaz olacaksın, umurunda olmayacak
hiçbir renk. Yürü git pis mahlûk dedim- aslında daha fazlasını da söyledim
albayım, şimdi dilim varmıyor-bulutlara hep bakacağım ben, E. Serbes küser
yoksa. Renklerden de renk beğeneceğim her gün. Yutmak istiyorsun ama lokman olmayacağım.
Ağlarım zırlarım yeri gelirse, ama ben Hikmet değilim, Gökçeyim ben. Kazanmak
da var, kaybetmek de… Olsun;
Âvâzeyi bu âleme dâvûd gibi sal Bâki
kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.
Bâki kalan… Kaybetmedik bir şeyi
albayım. Kazanmadık da. Hayatımdan süresiz izin isteyen çok sevgili arkadaşıma,
yaşanamayacak olanların, yaşananlardan hep daha fazla olacak olmasının
ağırlığıyla… Belki bir gün adliyede karşılaşırız. Belki de bir parkta, çocuk
severken. Başkalarının çocukları, ya da kendi çocuklarımız olabilir. Çocuk
demişken, evlendiğimi görmeyeceksin kötü oldu bak, çok eğlenecektim o gün,
görmeliydin. Kesin kızardın yine hukukçuya bak hey Allah'ım diye. Öyle çıkmışım
oğlum annemden. Seni bilmiyoruz sanki güldürme şimdi. Ha unutmadan, saçı sakalı
uzatma sakın, olmuyor öyle. Velhasıl … Ne yapalım...Kimliklerimizden sıyrılıp,
arkadaş kalamadık biz. İnsan çok aciz, miş ya hani. Yeterince isteseydik, kendi
devrimimizi yapamaz mıydık sanki. Sevmiyorum gerçeği. Küçük hanım yine hayaller
peşinde.. Küçük bir hanım olamayan küçük hanım. -Hoşça kalın albayım.
Sakızım düştü, onu alayım." (Oğuz ATAY, Tehlikeli Oyunlar)
"Fakat,
Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme
kapılıyor. bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik
duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım?
-Yok.
Peki
albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim.
Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? sorarım size:
"Nasıl?" kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum
sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını
seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan, bir yandan da
kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.
Kelimeler...
Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor."