Sağlam tek bir
parçası kalmıyor yüreklerin. Zaten sırçadan olması yetmiyormuş gibi en ufak bir
çizikte çatlamalar başlıyor, çatlaklar büyüyor ve parçalanıyor gönül köşkü.
Kimseler düşünmüyor sözlerin, gözlerin, gizlerin akıbetini. Varsa yoksa
kendileri ve kendi âlemleri… Aynılaşmalar başlıyor daha sonra ve aynılar
başlıyor aynı şeyleri konuşmaya. Onlar gibi olmayınca da hasta görüyorlar seni.
Oysa asıl hasta olan kendileri. Yürekleri düşünmeyen, insanı önemsemeyen,
sözlerin gücüne inanmayan gelir ayaklı kuklalar konuşmayı öğrendi de ne oldu
sanki? Onlar balı kovandan olduğu gibi almayı seçti, bizim nasibimize ise bir
tutam bal için bir çuval keçiboynuzu yemek düştü.
Yaşam savaşıydı bu mücadelenin adı. Hanemizde galibiyet sayısı az olsa da haklı galibiyetler haklı mağlubiyetler almıştık. Tüm olanlar bittiğinde kendi içi denimize dönüyorduk. Dökük bir sandal, kırık bir kürek ile iç denizimizdeki limanları dolaşıyorduk. Kürek çektikçe yorulduk, yol aldıkça su aldı sandalımız ve parçalarını aradık gönül sarayımızın. Ne kadar kaliteli olursa olsun hiçbir yapıştırıcı yetmezdi parçaları yapıştırmaya, sarayımızı onarmaya. Tek yol vardı bu enkazı kaldırmaya oda yanmaktı. Camdan olan her şeyin hammaddesi topraktı ve yanmadan nasıl şekil alabilirdi ki? Tıpkı âdemoğlunun topraktan olup yanıp şekil alması gibi bir şeydi. Yanmalıydı, ham olan her şey gibi yanmalıydı. Ham geldik dünyaya, pişmeliydik ve yanmalıydık. Ne mutlu yanana, yangını olana!
Körler ülkesinde görmek hastalık sayılıyordu kâinatta. Gören gözler istemiyordu kimseler, kimse gerçeklerin, olup bitenlerin görünmesini istemiyordu. Bunun adı “farklı” olmaktı. Hayatımın tüm dönüm noktalarında farklı yolları seçtim. Önce eve farklı yollardan gitmeyi denedim sonra farklı yollardan ulaşmayı denedim gerçeklere. Her zaman doğru adrese çıkmadım belki ama herkesin aşındırdığı yolları kullanmadığım için mutlu hissettim kendimi. Sırf bunun için mutlu olabildiğime mutlu oluyordum artık. Bazen zor olsa da farklı olmaya çalışmak, farklı olunabileceğini anlamak ve farklı olmanın tadına varmak güzel şey… İçinde kendini bulduğu bir kitap cümlesinin altını çizen, yalnız olmadığını anımsatan bir şiiri dinleyen, nakış nakış işlenmiş sözler cümbüşü bir şarkıyı dinleyen, havada özgürce dolaşan kuşlar yerinde olmak isteyen, bir bardak sıcacık çayı düşleyen, cama her çıkışında gözleri mehtabı ve yıldızları arayan, var olmak için hayaller kuran biri nasıl kör olabilir ki? İşte fark burada gizli… Görmek çok basitti ama onlar gözlerini yummayı seçti.
Şükür ki insandan insana fark var. Ya hepimiz aynı
fabrikanın ürünleri gibi tek tip olsaydık? O zaman adımızın, duygularımızın,
hayallerimizin en önemlisi varlığımızın bir anlamı kalır mıydı? Bu bir
hastalıksa ve bizler hastaysak ben hasta kalmayı tercih ediyorum. Tedavisiz
kalsın bu hastalık çünkü ben bu hastalığı çok seviyorum. Ve nefes aldığım süre
zarfınca da seveceğim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder